12 Haziran 2013 Çarşamba

Otobüs

Otobüs, sinema kariyerine oyunculukla başlayan Tunç Okan’ın ilk yönetmenlik denemesidir. Okan’ın, diş hekimliğinden kazandığı parayla çektiği Otobüs’ü izlerken bir sinema aşığının elinden çıktığını anlarsınız. Düşük bütçeli ve amatör ruhlu bu filmde, ilk filmlere has o sıcak heyecanı duyumsarsınız. 
 Film, karlı bir sahneyle açılır. Bu çetin kar sahnesi gelmekte olan fırtınanın habercisi gibidir. Otobüs, İsveç’e iş bulma vaadiyle gelmiş dokuz adamın hikâyesini anlatır. Hikaye, ülkelerini aydınlık bir gelecek umuduyla terk eden bu dokuz adamın dolandırılıp bir otobüsle beraber terk edilmeleri ile gelişir.  Şoför gittikten sonra yabancı oldukları başka bir dünyada, ne yapacaklarını bilmeden hurda bir otobüse hapsolurlar. Otobüsün “Hurda”lığı ise,  hüznün başka bir boyutunu oluşturur. Bir sahnede otobüsle ilgili konuşan İsveç’li gençler böyle bir hurdayla yola çıkılmasına gülüp geçerler. Oysa o hurdayla yola çıkmak; dokuz adamın ortak hüznü, çaresizliği, yoksunluğu, umutları ve yoldaşlığıdır.

Otobüs özetle, kültür şokunu merkezine alan bir göç hikâyesi olarak okunabilir. Filmde sık sık yabancı düşmanlığı gerçeğiyle karşılaşırsınız. Tuncel Kurtiz’in suya düştüğü sahnede yanından geçen adamın yardım etmek yerine sadece “Pis herif” deyip uzaklaştığı sahne bir yerin yabancısı olma durumunu adeta karabasana dönüştürüyor. Fakat burada, Doğu-Batı çatışmasının ötesinde sınıf çatışmasının baskın olduğu görülebilir. Çünkü karşımızda sadece dokuz yabancı yok, dokuz yabancı “işçi” var. 
Otobüs, filmde bir yönüyle de sığınak olarak kullanılmıştır. Gün boyu ayrılmaya cesaret edemedikleri Otobüs’ten sadece gece çıkabilirler. Otobüs’ten ayrılmak durumunda kaldıklarında ise başlarına gelmeyen kalmayacaktır.  Tuncel Kurtiz’in arkadaşını kaybettikten sonra, karanlık Stockholm sokaklarında “Memet” diye bağırdığı sahne çaresizliğin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Bu sahne bana Bisiklet Hırsızları filminin finalinde, babanın insanın o kalbine dokunan tükenmiş bakışlarını hatırlattı.
Otobüs tepeden tırnağa bir hüzün geçidi değil. Filmin absürd bir mizahı var.  Bu mizah güzel bir doku yaratıyor. İşçilerin topluca “medeniyet” sınırları içinde, iskele kenarında denize işedikleri sahneyle, telefon kulübesindekiler sevişirken gizlice tuvalete girdikleri sahneyi tebessümle izledim.
Tunç Okan’ın yarattığı karakterler, filmin güçlü noktalarından birini oluşturuyor. Şoför karakteri, fırsatçı uyanık insan profilini güzel yansıtıyor. Fakat oyuncunun yarattığı dolandırıcı şoför biraz karikatür gibi duruyor. Öte yandan şoförün her fırsatta medeniyet vurgusu yapması bana çocukluğumdan hatırımda kalmış, kimi satıcıların sıklıkla tekrarladıkları “Avrupa malıdır!” cümlesini hatırlattı. Başta Tuncel Kurtiz olmak üzere bütün performanslar son derece yalın bir üslupla yaratılmış. Filmin müzikleri ise Zülfü Livaneli’ye ait. Livaneli’nin müzikleri filmin duygusunu tamamlıyor.

Uzun yıllar sansürlü kalan “Otobüs” önemli bir film. Uluslararası festivallerden ödülle dönen bu film zamanında Türk sansür kurulundan geçer not alamamış! Siz de Gezi Parkı direnişi için demokrasi ve insan hakları özlemi içindeyseniz, Otobüs’ün umut yolcuları ile ortak hisler paylaşabilirsiniz. İyi seyirler.

Filmin Künyesi
Filmin Adı: Otobüs
Yönetmen:
Tunç Okan
Senaryo:
Tunç Okan
Oyuncular:
Tuncel Kurtiz, Tunç Okan, Björn Gedda, Oğuz Arlas
Yapım:
1974
Süre:
75 dk.


4 Haziran 2013 Salı

Sex, Lies and Videotape

Soderbergh’in ilk dönem filmlerinden Sex, Lies and Videotape hatırlanmaya değer bir bağımsız. Film yayınlandığı yıl olan 1989’da, Cannes’dan büyük ödül Altın Palmiye ve James Spader’ın aldığı en iyi erkek oyuncu ödüllerini almayı başarmış.
Soderbergh bu filmi; dört ana karakterin evlilik, aile, seks, arkadaşlık gibi konulardaki tutumları ve oluşturdukları ilişkiler üzerine kurmuş. Bizi bu dört yetişkinle tanıştıran olaylar, yalancı avukat John Mullany’nin (Peter Gallagher) eski bir arkadaşı olan Graham’ın (James Spader), John ve eşi Ann’i (Andie MacDowell ) ziyaret etmesiyle başlar. Graham, Ann’i görür görmez ona kur yapmaya başlar. Fakat filmin klasik bir aldatma hikayesi olmadığını Graham’in iktidarsız olduğunu açıklamasından ve John’un, Ann’in kızkardeşi Cynthia(Andie MacDowell) ile ilişkisi olduğunu öğrendikten sonra anlıyoruz.

Film, karakter analizleri etrafında dönüyor. Filmin temel çatışma noktası ise ilişki ve yalan. Sex, Lies and Videotape bu iki durum bir araya geldiği zaman mutlaka ters giden bir şeyler olacağının pratiği gibi.
Bağımsız yönünden olacak;  Sex, Lies and Videotape cesur bir anlatıma sahip.  Filmin kardeşleri Ann ve Cynthia birbirine taban tabana zıt iki karakteri canlandırıyor. Abla Ann evli, eşine sadık ve “iffetli” bir genç kadın, öyle ki terapistiyle konuşmalarında anlattığı üzere mastürbasyon yapmayı dâhi hiç denememiş. Hatta mastürbasyon yaparsa onu dedesinin izlediğini düşünecek kadar seksten korkutulmuş. Seksin bir gereklilik olmadığına inanıyor. Tahmin edersiniz ki hiç orgazm olmamış. Cynthia ise özgür ruhlu, cinselliği ile barışık, barda çalışan ve yalnız yaşayan bir genç kadın. Kısacası bir tarafta aklı ve vajinası cinsellik karşıtı bir düsturla muhafaza edilmiş bir kadın, diğer tarafta ise “dışa dönük” üstelik ablasının kocasıyla sevişen bir kardeş. Tabi Cynthia ve John arasındaki bu sadece sekse dayalı ilişkinin arkasında Ann ve Cynthia’nın kökünün eskiye dayandığı belli başka bir mesele olduğunu görmek çok zor değil. Filmin erkekleri de en az Ann ve Cynthia kadar birbirlerinden farklılar. John bir avukat, takım elbiseli bir yalancı; Graham ise naif, düşünceli biri. Bir de film boyunca üstünden çıkarmadığı kot pantolunu ve siyah gömleğiyle 89 yılında beliren bir erken dönem hipsterı gibi görünüyor. Bu iki karakterin okul yıllarına dayanan arkadaşlıkları Graham’ın ziyareti ile noktalanıyor. Çünkü üzerinden geçen yıllar onları iki farklı insana dönüştürmüş.

Sex, Lies and Videotape’i bir evlilik eleştirisi olarak da okuyabiliriz. Graham, Ann’e evliliğini sorduğunda aldığı cevap “mutlu” beraberliğin tarifinden çok uzaktır. Ann sadece evliliğin kadına bahşettiği güvenli hayattan, sahip oldukları güzel evden ve John’un kariyerinden bahsetmekle yetinir. Beraberlik fikrine, biz’in varlığına sahip değildir. Belki de bu yüzden bir anda karşısında beliriveren bu gizemli yabancıya, karşı koyamadığı bir ilgi duyar.
Hikayede düğümleri çözen Ann’in aldatıldığını anladığı an oluyor. Ann, John’un onu kardeşiyle aldatmasına neredeyse hiç şaşırmıyor. Beri yandan bu durum onu Graham’a açılmak için cesaretlendiriyor. Tıpkı kardeşi gibi o da Graham’ın video kamerasına konuşuyor. İktidarsız Graham Ann’in buzlarını çözüyor ve Ann uyanıyor.

Soderbergh, karakter yaratmakta çok başarılı. Oyuncu seçimleri için de aynı başarıdan söz edebiliriz. Secretary filminin fetişist patronu James Spader,  o kendine has soğuk cazibesi ile Graham rolüne çok yakışmış. Her zaman saraydan kaçmış bir prenses olduğunu düşündüğüm Andie MacDowell da Ann karakterinin mahcubiyetini taşıyabiliyor. Laura San Giacomo zor bir rolün üstesinden gelmiş. Peter Gallegher yalancı koca rolünde zaman zaman abartıya kaçan mimiklerine rağmen kabul edilebilir.

Sex, Lies and Videotape bağımsız ruhu, gösterişsizliği, oyuncuları, soruları ve hoş finali ile izlenmeyi hak eden bir film. 

Filmin Künyesi

Filmin Adı: Sex, Lies and Videotape
Yönetmen: Steven Soderbergh
Senaryo: Steven Soderbergh
Oyuncular: Andie MacDowell, James Spader, Laura San Giacomo, Peter Gallagher
Yapım: 1989
Süre: 100 dk