Geride bıraktığımız
yılın kuşkusuz en başarılı işlerinden biri Amour idi. Daha film çekim
aşamasında iken yönetmen koltuğunda Haneke’nin oturması ve dupduru oyunculuğuna her zaman hayran olduğum, Fransızların şahane aktrisi Isabelle
Huppert’in de filmde yer alacak olması yeteri kadar heyecan vericiydi. Hal
böyle olunca, Türkiye’deki ilk gösterimini yaptığı Filmekimi için saatlerce sıra
beklememin açıklayıcı bir nedeni oluyor.
Amour’u dün gece bir de Beyoğlu Sineması’nda
izledim. Her başarılı film gibi bir kereden çok izlenmeyi hak ediyor. Haneke,
bu filminde de ondan beklenildiği üzere yine rahatsız edici ve bir o kadar da
kusursuz bir işe imza atmış.
Film, bizi seksenli yaşlarında olan bir çiftin Paris’deki evlerine konuk
ediyor. Bir anda kendimizi Georges(Jean-Louis Trintignant) ve Anne’nin (Emmanuelle
Riva) özeli içinde buluyoruz. Filmin adına aldanıp, fikrimize idealize edilerek
yerleştirilmiş türde bir “AŞK” ile karşılaşacağınızı düşündüğünüz takdirde
kesinlikle yanılacağınız bir iş bu. Çünkü Haneke bizleri, revize ederek anlamını genişlettiği bir aşk tarifi ile baş başa bırakıyor. Bu tarife, hepimizin
bildiği fakat iş, üzerine konuşmaya geldiğinde sınıfta kaldığımız ve karanlıkta
bıraktığımız duyguları ekleyerek yapıyor bunu.
Çiftin
arasındaki ilişkinin geçmişteki derinliği, kimi kapatılamamış hesaplar,
kırgınlıklar, bu hastalık ile tekrar su yüzüne çıkıyor. Georges’un, su
içmemekte direndiği için Anne’e tokat atması geçmişten günümüze taşıdığı bir gömülü
şiddet olabilir. Başka bir sahnede ise Anne Georges’a “ Bazen bir canavara
dönüşebiliyorsun, ama çok naziksin!” dediğinde çiftin geçmiş meselelerine göz
kırpıyor. Tabi bütün bunların ötesinde Georges’un Anne’e gerçek bir aşk ile
bağlı olduğu yadsınamaz. Beni en çok etkileyen nokta ise Georges’un kendisi için
değil Anne’in çektiği acılar yüzünden acı çekiyor olmasıydı. Hayatta
sevdiklerimiz için çektiğimizi düşündüğümüz acılar dâhi çoğu zaman kendi bencil
yaradılışımızdandır.
Haneke,
bir iç mekan filmi olarak kurguladığı Amour’da ustalığını detaylardaki özen,
başarılı senaryo yazımı ve eşsiz anlatım diliyle bir kez daha kanıtlamış. Öte
yandan bir Schubert sever olduğu, bu filmden de anlaşılabilir. Film boyunca
Schubert’in güzel müziğiyle biraz olsun okşuyor bizleri.
Filmin oyuncu kadrosu ise tek kelimeyle
müthiş. Haneke’nin sade ama sert anlatımına Emmanuelle Riva, Jean-Louis
Trintignant ve Isabelle Huppert yalın ve etkileyici oyun güçleri ile
çok şey katıyorlar. Hiroshima, Mon Amour(1959) ile belleklerimize bir daha
silinmemek üzere kazınan, şu anda seksen beş yaşında olan Emmanuelle Riva
ayakta alkışlanası bir performans sergilemiş. Oscar için aday gösterildiği En
İyi Aktris dalında bu yılki en güçlü isim olmakla beraber aynı zamanda ödülü en
çok hak eden isim olduğu kanısındayım. Bu deneyimli oyuncu kadrosuna birde
Fransız piyanist Alexandre Tharaud eşlik ediyor. Ayrıca filmin Cannes'dan "Altın Palmiye" ve Golden Globes'dan "Yabancı Dilde En İyi Film" ödülleri ile döndüğünü unutmamak lazım.
Sonuç itibariyle,
Haneke yine sert bir o kadar da inceliklerle dolu bir filmle karşımızda. Haneke
filmleri, sizi her defasında hayata dair öyle bir an içinde bırakır ki adeta size “Bakalım şimdi
ne yapacaksınız?” diye sorar. Hatta kimi zaman, filmde iki kez yanlışlıkla
çiftin evine giren güvercin pozisyonuna düşersiniz.
İzlenmesi
gereken, göz kamaştırıcı sadelikte ve usta bir sinema güzellemesi. Sinema
salonundan en rahatsız siz ayrılın efendim!
Filmin Künyesi
Filmin Adı: Amour
Yönetmen: Michael Haneke
Senaryo: Michael Haneke
Oyuncular: Jean-Louis Trintignant, Emmanuelle Riva, Isabelle Huppert
Yapım: 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder