16 Ocak 2013 Çarşamba

Amour


            Geride bıraktığımız yılın kuşkusuz en başarılı işlerinden biri Amour idi. Daha film çekim aşamasında iken yönetmen koltuğunda Haneke’nin oturması ve dupduru oyunculuğuna her zaman hayran olduğum, Fransızların şahane aktrisi Isabelle Huppert’in de filmde yer alacak olması yeteri kadar heyecan vericiydi. Hal böyle olunca, Türkiye’deki ilk gösterimini yaptığı Filmekimi için saatlerce sıra beklememin açıklayıcı bir nedeni oluyor.
        Amour’u dün gece bir de Beyoğlu Sineması’nda izledim. Her başarılı film gibi bir kereden çok izlenmeyi hak ediyor. Haneke, bu filminde de ondan beklenildiği üzere yine rahatsız edici ve bir o kadar da kusursuz bir işe imza atmış.
                Film, bizi seksenli yaşlarında olan bir çiftin Paris’deki evlerine konuk ediyor. Bir anda kendimizi Georges(Jean-Louis Trintignant) ve Anne’nin (Emmanuelle Riva) özeli içinde buluyoruz. Filmin adına aldanıp, fikrimize idealize edilerek yerleştirilmiş türde bir “AŞK” ile karşılaşacağınızı düşündüğünüz takdirde kesinlikle yanılacağınız bir iş bu. Çünkü Haneke bizleri, revize ederek anlamını genişlettiği bir aşk tarifi ile baş başa bırakıyor. Bu tarife, hepimizin bildiği fakat iş, üzerine konuşmaya geldiğinde sınıfta kaldığımız ve karanlıkta bıraktığımız duyguları ekleyerek yapıyor bunu.
                Çiftin arasındaki ilişkinin geçmişteki derinliği, kimi kapatılamamış hesaplar, kırgınlıklar, bu hastalık ile tekrar su yüzüne çıkıyor. Georges’un, su içmemekte direndiği için Anne’e tokat atması geçmişten günümüze taşıdığı bir gömülü şiddet olabilir. Başka bir sahnede ise Anne Georges’a “ Bazen bir canavara dönüşebiliyorsun, ama çok naziksin!” dediğinde çiftin geçmiş meselelerine göz kırpıyor. Tabi bütün bunların ötesinde Georges’un Anne’e gerçek bir aşk ile bağlı olduğu yadsınamaz. Beni en çok etkileyen nokta ise Georges’un kendisi için değil Anne’in çektiği acılar yüzünden acı çekiyor olmasıydı. Hayatta sevdiklerimiz için çektiğimizi düşündüğümüz acılar dâhi çoğu zaman kendi bencil yaradılışımızdandır. 
               Haneke, bir iç mekan filmi olarak kurguladığı Amour’da ustalığını detaylardaki özen, başarılı senaryo yazımı ve eşsiz anlatım diliyle bir kez daha kanıtlamış. Öte yandan bir Schubert sever olduğu, bu filmden de anlaşılabilir. Film boyunca Schubert’in güzel müziğiyle biraz olsun okşuyor bizleri.
             Filmin oyuncu kadrosu ise tek kelimeyle müthiş. Haneke’nin sade ama sert anlatımına Emmanuelle Riva, Jean-Louis Trintignant ve Isabelle Huppert  yalın ve etkileyici oyun güçleri ile çok şey katıyorlar. Hiroshima, Mon Amour(1959) ile belleklerimize bir daha silinmemek üzere kazınan, şu anda seksen beş yaşında olan Emmanuelle Riva ayakta alkışlanası bir performans sergilemiş. Oscar için aday gösterildiği En İyi Aktris dalında bu yılki en güçlü isim olmakla beraber aynı zamanda ödülü en çok hak eden isim olduğu kanısındayım. Bu deneyimli oyuncu kadrosuna birde Fransız piyanist Alexandre Tharaud eşlik ediyor. Ayrıca filmin Cannes'dan "Altın Palmiye" ve Golden Globes'dan "Yabancı Dilde En İyi Film" ödülleri ile döndüğünü unutmamak lazım.
            Sonuç itibariyle, Haneke yine sert bir o kadar da inceliklerle dolu bir filmle karşımızda. Haneke filmleri, sizi her defasında hayata dair öyle bir  an içinde bırakır ki adeta size “Bakalım şimdi ne yapacaksınız?” diye sorar. Hatta kimi zaman, filmde iki kez yanlışlıkla çiftin evine giren güvercin pozisyonuna düşersiniz.
               İzlenmesi gereken, göz kamaştırıcı sadelikte ve usta bir sinema güzellemesi. Sinema salonundan en rahatsız siz ayrılın efendim!


Filmin Künyesi
Filmin Adı: Amour
Yönetmen: Michael Haneke
Senaryo: Michael Haneke
Oyuncular: Jean-Louis Trintignant,  Emmanuelle Riva, Isabelle Huppert 
Yapım: 2012



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder