Filmle
ilgili ilk söyleyeceğim etkileyici bir yapım olduğu. Çünkü Çekmeceler, aslında hepimizin
bir şekilde içinde olduğu, içinde olmaya mecbur bırakıldığı bir hikâyeden
besleniyor. Bu tanıdık hikayede, kadın olmayı bir lanete çeviren erkek odaklı
sistemin kadına yaşam hakkı tanımayan düzeninde ayakta kalmaya çalışan Deniz’in
(Ece Dizdar) hikayesi anlatılıyor.
Deniz’in
hikâyesinin kahramanları iktidara ve bekarete saplantısı olan sözde sanatçı,
şiddet yanlısı, bencil ve nefret dolu bir baba ile “ağzımızın tadı bozulmasın”cı
bir anne. Deniz, babasının saplantıları ve annesinin görmezden gelmeleri
yüzünden cinselliğini oldukça travmatik bir biçimde yaşıyor. Ve çekmeceler
açılıyor. Film; kilitler, çekmeceler ve anahtarlar olarak üç metaforik isimle
bölümlendirilmiş.
Birinci
bölüm yani kilitler, Deniz’in çocukluğuna ve ilk gençlik yıllarına tekabül
ediyor. Tüm düğümlerin atıldığı kısım. İlk cinsellik uyanışları, ilk travmalar,
ilk orospu yaftalamaları, anne babanın boşanması, bekaret kontrolleri… Deniz’e
bu bölümde, hayatın bir masal olmadığı sert bir dille anlatılıyor.
İkinci
bölüm çekmecelerde Deniz’in kilitler aşamasında aldığı tüm yaralar su yüzüne
çıkıyor. Deniz çocukluğunda çekmecelerine ne doldurduysa burada onları döküyor. Girdiği
hiçbir işte başarılı olamıyor, ilişkileri yürümüyor, sevgi arayışına karşılık
bulamıyor, git gide daha çok yara alıyor…
Üçüncü
ve son bölüm ise anahtarlar. Bu bölümde Deniz etrafa saçılmış her şeyi düşe
kalka, yara bere içinde de olsa toparlamaya soyunuyor. Babasının ölümü ile ilk
iş olarak yine denize koşup arınan genç kadın adeta bir kez daha doğuyor. Babanın
ölümü elbette sembolik, baba hayatta olsa da olmasa da zihinde bıraktığı tahribat
iyileşmediği sürece miras bıraktığı hayaletler her zaman zihnin en karanlık
yerinde kalıp bir gün bir yerlerde ortaya çıkacak. Deniz de sanki bunu düşünür
gibi bakıyor son kez hayatının mimarı olan adama.
Ece
Dizdar’ın Deniz rolündeki performansı çok başarılı. Taner Birsel, Tilbe Saran
ve Nilüfer Açıkalın da çok iyi iş çıkarmışlar. Oyunculuk anlamında dört dörtlük
bir film diyebilirim. Uzun süresi de hikayeye gölge düşürmüyor. Final ise özellikle
başarılı. Binay ve Alper her şeye rağmen finalde umudu yeşertmek istemişler. Mehmet
Binay-Caner Alper bundan sonra da dokunulmamış konulara değinecek gibi duruyor.
Bir sonraki işleri için şimdiden heyecanlıyım.
Film,
bitince bir süre kalkamıyorsunuz yerinizden. Deniz birken bin oluyor ismi
değişiyor. Özgecan Arslan ve daha nicelerine dönüşüyor. Bu filmi kadınlardan
önce tüm erkeklere tavsiye ederim. Mutlaka izleyin ve üzerine düşünün.
Bu
ülkede erkeklerin bu konularda düşünmesine ihtiyacımız var. Çünkü biz bu
topraklarda yaşamakta ve nefes almakta çok zorlanıyoruz. Öyle ki bu
topraklarda kadın olmak, doğduğun günden itibaren ailende, okulda,
sokakta, iş yerinde, kısacası yaşadığın, geçtiğin, uğradığın, kaçtığın,
dokunduğun her yerde kurduğun veya kurmayı denediğin her ilişkide sadece kadın
olduğu için acı çekeceğin anlamına gelir.
Şanslıysan
tacize uğrayacak, kimliğin ve zekan aşağılanacak, dövüleceksin. Şanssızsan yine
tacize uğrayacak, kimliğin ve zekan aşağılanacak, dövülecek, tecavüze
uğrayacak, yakılacak, öldürüleceksin. Elbette şanssızlığın ölünce de yakanı
bırakmayacak. Ölümünden sonra açılan davada dahi yargılanan sen olacaksın. Tahrik
unsuru var mıdır diye soracak savcılar. Olur ya adamı tahrik etmişsindir, kim
bilir ne giymişsindir öldürülürken. Hem
sonra saat kaçtı acaba tecavüze uğradığında? Hava karardıysa adam haklı
bulunacaktır.
Çekmeceler
her şeye rağmen “Açmaktan Korkma” diyor. Hepimiz hikâyelerimizi açıp kadına
yöneltilmiş tüm çirkinliklere karşı sesimizi yükselttikçe anahtarlarımıza daha
çabuk ulaşacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder